DIABETES MELLITUS (ŞEKER HASTALIĞI)

obeziteHalk arasında şeker hastalığı adı verilen diabetes mellitus temelde vücutta insulin denilen hormonun eksikliği ve/veya etkisizliği sonucu ortaya çıkan, kandaki glukoz düzeyinin yüksek seyretmesi ile tanınan bir metabolik hastalıktır. İlk bakışta glukoz yüksekliğine neden olduğu için yalnız karbonhidrat metabolizması bozukluğu gibi algılansa da protein ve yağ metabolizmalarının da bozulmasına neden olan diyabet çağımızın en hızlı artan hastalıklarındandır. 2010 yılında ülkemizde yapılan çalışma sonucu erişkinler arasındaki sıklığı %13.7 olarak tespit edilmiştir. Bu orana göre ülkemizde yaklaşık 6.5-7.5 milyon insanın diyabetik olduğu söylenebilir. Diyabet oluşturduğu metabolik bozuklukların yanı sıra, tüm damarları ve sinirleri de tutabilen, bazıları ölümcül olabilen hastalıklara da zemin hazırlayabilmektedir. Bunların başında inme (felç), koroner kalp hastalığı ve sonucunda gelişen kalp krizi, kalp yetersizliği ve periferik damar hastalıkları gelmektedir.

Diabetes mellitusun başta gelen belirtileri arasında ağız kuruluğu, bol su tüketme, sık idrara çıkma, gece idrara kalkma, sık atıştırma ihtiyacı, sinirlilik, tahammülsüzlük, görme bulanıklığı, halsizlik, sersemlik hissi, yemekten sonra rehavet çökmesi, ağızda kötü koku, cinsel isteksizlik, cilt kuruluğu, özellikle genital bölgede olan kaşıntı, hazımsızlık yer alır. Tüm bunların aynı hastada olması şart değildir. Çoğu hasta bu şikayetleri anlamadığı için tanıda sıklıkla gecikmeler olur. Bazı hastalarda ise rastlantısal ölçülen glukoz düzeyleri yüksek çıktığında diyabet tanısı konur.

Diyabet gelişiminde genetik yatkınlığın büyük önemi vardır. Ailesinde diyabetik bireyler olanlar bu açıdan daha büyük risk taşırlar. Bir başka önemli risk faktörü de kötü-düzensiz beslenme ve hareketsizlik sonucu gelişen şişmanlıktır. Bu nedenle özellikle ailesinde diyabetik bireyler olan kişilerin daha sağlıklı beslenip, düzenli egzersiz yapma alışkanlığını erken yaşta edinmeleri elzemdir. Bu kişiler belirli aralıklarla glukoz düzeylerini de ölçtürtmelilerdir.

Diabetes mellitusun alt grupları vardır. Bunlar tip 1 diyabet, tip 2 diyabet, gebelik diyabeti (gestasyonel) ve diğerleri olarak adlandırılan pankreas hastalıkları ya da başka hastalıklara bağlı (Cushing sendromu, akromegali, hipertiroidi, vb) gelişen diyabetlerdir. Bunlar içinde en sık karşılaşılan tip 2 diyabet sıklıkla insuline bağımlı olmayan diyabet olarak da adlandırılır. Her ne kadar insuline bağımlı olmayan diyabet olarak da adlandırılsa, tip 2 diyabette de zaman içerisinde insulin ihtiyacı doğabilir. Esasen diyabet zaten insulin eksikliğinin bir sonucudur ve tip 2 diyabetliler de gerek ilk tanı aldıklarında, gerekse tedavi seyrinde insulin kullanabilirler. Yanlış bir kanı, insulin başlandıktan sonra bunun asla bırakılamayacağı ve vücudun insuline alışacağı, bu nedenle insulin başlanmasının ne kadar geçe bırakılırsa o kadar iyi olacağı şeklindeki hatalı yargılardır. Aksine tanı aldıktan sonra uzun yıllar geçince insulin başlanırsa, o zaman insulini bırakabilmek pek mümkün olmaz. Çünkü zaten ilerleyen yaşla pankreastaki insulin deposu biter ve kişi geç başladığı insulini zaten vücudu artık üretemediği için ömür boyu kullanmak zorunda kalır. Ayrıca insulin tedavisinde gecikme, hastada diyabete bağlı ciddi ve bir kısmı geri dönüşümsüz olan komplikasyonların yerleşmesine neden olabilir. Dolayısıyla hastaların hekimlerinin önerdikleri zamanda insulin kullanmaktan kaçınmamaları önemlidir. Tip 2 diyabette insulin dışında da tedavi alternatifleri vardır. Bunların geneli de ağızdan alınan ilaçlardır. Bunlar içerisinde en sık kullanılan grup metformindir. Bu ilaç esas itibarıyla insulinin etkisini artırarak işlev görür. Yanı sıra birçok olumlu etkileri olduğu bildirilmektedir. Metformin dışında insulin salgısını artıran, karbonhidrat emilimini geciktiren, idrardan glukoz kaybını artıran ilaçlar da mevcuttur. Bunların tümü hekim kontrolunda ve önerisiyle kullanılması gereken ilaçlardır.

Tip 2 diyabete göre daha nadir görülen tip 1 diyabet genellikle çocuklarda ortaya çıkan insulin bağımlı diyabettir. Bu hastalarda tek tedavi olasılığı insulin kullanmaktır. Sıklıkla tanı anında bile insulin eksikliğinin belirgin bulguları ortaya çıkar ve hastaya insulin başlanmazsa komaya kadar giden ciddi tablolar gelişebilir. Bu hastalar genellikle kendilerine günde 2-4 kez insulin yapmak zorundadırlar.

Gebelik diyabeti, genellikle gebeliğin 26-28. haftalarında yapılan şeker yüklemesi ile ortaya çıkar. Bu zamandan önce glukoz yüksekliği saptanan gebe kadınlar muhtemelen zaten gebe kalmadan önce de şeker hastası olan bireyler olarak kabul edilmelidir. Gebelik diyabeti saptanan kadınlar hamilelikleri boyunca yakın takip edilmelilerdir. Temelde diyabet diyeti uygulanan bu vakalarda gereğinde insulin de başlanabilir. Gebelik diyabeti doğum sonrası ortadan kalkar. Bununla beraber gebelik diyabeti tanısı almış ve iri bebek doğurmuş kadınlar hayatları boyunca tip 2 diyabetik olma açısından risk altındadırlar. Bu nedenle aralıklı doktor kontrolunda olmaları önerilir.

Tüm diyabetiklerde diyet ve egzersiz tedavinin temelidir. Yanı sıra başlanacak gerek ağızdan kullanılan ilaçlar, gerekse insulin hekimler tarafından yapılan öneriler doğrultusunda alınmalı ve diyabetik bireyler kendileri de hastalıklarıyla ilgili derin bilgi sahibi olmalıdırlar. Bugün pek çok hasta ellerindeki glukoz ölçerlerle kendi glukoz takibini de yapabilmektedir. Bununla beraber 6 ayı geçmeyen sıklıklarla hastaların diyabet ile uğraşan hekimlere muayene olması, glukoz düzeylerinin son 3 ayda nasıl seyrettiğini anlamamıza yarayan glikohemoglobin ya da HbA1c değerine baktırtmaları önem taşır. Yanı sıra eşlik eden yüksek tansiyon, kolesterol ve ürik asit yüksekliği gibi durumların tespiti için de aralıklarla muayene olmak elzemdir. Araya giren infeksiyon, ishal gibi durumlar, safra kesesi problemleri, karaciğer yağlanması gibi ek hastalıklar, ani glukoz yükselme ve düşmelerinde de hekime erkenden başvurmak gerekebilir.